Apiterapi umudu
Gürkan Akgüneş – Milliyet.com.tr

 

 

Apiterapi Derneği Başkanı Dr. Ali Timuçin Atayoğlu arı ürünlerinin tıbbi değer kazanması için gerekli üretim şartlarının ve sıkı protokollerin yerine getirilmiş olması gerektiğini söylüyor.

 

Bugün aspirin varsa, bunu söğüt ağacına borçluyuz. Nüfusu kırıp geçiren, 4 papa öldüren sıtmayı insanoğlu kınakına ağacı sayesinde yenebildi. İlk yerli ilacımızın kökeninde Manisa’da yetişen şevketi bostan (colymus hispanicus L.) bitkisi vardı.

Kanser ilaçlarının yarısı doğa kökenli. Bunları neden söylüyorum? Modern tıpla geleneksel tıp aslında yüzlerce yıldır iç içe. Ancak bugün şarlatanlığa varan uygulamalar, bu bağı ciddi anlamda zedeledi. Bilimsel temeli olmayan bitki formülleri hem yarardan çok zarar verdi hem de bilgi kirliliği yarattı. Bunun yüzlerce örneğiyle gün be gün karşılaşıyoruz.

Bu alanda bilimle eşgüdüm halinde olanlara kulak vermekte fayda var. Apiterapi Derneği ve Uluslararası Apiterapi Federasyonu Başkanı Dr. Ali Timuçin Atayoğlu da bu görüşte. Tıp eğitimi almış ve yıllarca hekimlik yapmış bir isim Dr. Atayoğlu. Sonrasında arı ürünlerinin, hatta arı zehrinin sağlık amacıyla kullanımı; yani apiterapi alanında çalışmaya başlamış. Parkinson, MS, ALS gibi bazı nörolojik rahatsızlıklar ile romatizmal hastalıklarda arı zehri uygulamasına yönelik klinik çalışmalar yapıyor. Çalışmaların ümit vadedici sonuçlar verdiğini söylüyor. Bazı hastaların şikayetlerinde gerilemelere tanık olmuş. Modern-geleneksekel tıp arasındaki farkın yöntemsel olduğu görüşünde Atayoğlu: “Her ikisi de kanıta dayanır. Ama modern tıpta kanıt; Faz1, Faz2, Faz3 çalışmalarıyla sunulur. Geleneksel tıp ise, yüzlerce yıllık deneyimlerin sonuçlarını kanıt sayar. Bunları preklinik çalışmalar olarak görür ve faydalanmaya çalışır. Apiterapistler de, arı ürünleriyle tedaviyi kanıta dayalı ve ölçülebilir metotlarla uygulayan uzmanlardır. Ancak arı ürünlerine ilaç demek için henüz erken. Arı ürünlerinin tıbbi değer kazanması için, gerekli üretim şartlarının ve sıkı protokollerin yerine getirilmiş olması gerek.”

Alerji yoksa

Türkiye’de 100’e yakın apiterapist varmış. Hepsi de doktor. Zaten 80 saatlik apiterapi eğitimine katılmanın şartı da öncelikle tıp fakültesinden mezun olabilmek. Apiterapistler, antioksidan değeri yüksek bal, propolis, arı sütü, polen, vb. arı ürünlerini bağışıklık sistemini düzenleyici ve destekleyici olarak kullanıyor. Ancak bu tedavi sadece arı ürünü alerjisi olmayanlara uygulanabiliyor. Öncelikle alerji testinin yapılması hayati derecede önemli. Apiterapi uzmanları, kullanılacak ürünü ve dozu belirleyen en yetkin kişiler. Doğal ürünlerin de doz aşımı halinde zehire dönüştüğünü akıldan çıkarmamak gerek. Görüşüne başvurduğum bazı doktorlar, arı ürünlerinin; mesela arı sütünün çocuklara verilmemesi gerektiğini savunuyor. Bazı çalışmalar, yararının yanında zararlarını da vurguladığı için sürekli kullanım konusunda dikkatli olmakta fayda var. Tabii Türkiye’nin apiterapi potansiyelini de vurgulamak gerek. Endemik bitki çeşitliliği ve florası Türkiye’yi eşsiz bir biyokimya havzasına dönüştürmüş durumda. Şifalı balıyla meşhur biorezerv alanlarımız var. Çam balının yüzde 90’ını biz üretiyoruz. Uluslararası Apiterapi Federasyonu (IFA) başkanlığı ülkemizde. Önümüzdeki yıl Dünya Apiterapi Kongresi’ni düzenleyeceğiz ve 24 Nisan’da gerçekleşecek GETAT Kongresi’nde “Apiterapi” önemli bir başlık olacak.

Link: http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/gurkan-akgunes/apiterapi-umudu-2861460